Yönetim Kurulu Başkanımız A. Refik Kutluer’in Arkeoloji dünyasının önemli dergisi Ancient Origins’da yayınlanan makaleleri dünya çapında büyük ilgi görmektedir. İlk olarak 2019 yılında “Göbeklitepe” ile ilgili farklı bir bakış açısı getirdiği ve önemli hususların altını çizdiği makalesi yayınlanmıştır. En son yayınlanan, “Tarsus ve St. Paul’ün Kayıp İncili” (makalenin orijinaline https://www.ancient-origins.net/myths-legends-asia/st-pauls-bible-0015746 linkinden ulaşabilirsiniz.) “Tarsus ve St. Paul’ün Kayıp İncili” ile ilgili makale, yayınlandığı hafta 9.000 kişi tarafından okunmuş ve en fazla okunan ilk 10 makale arasına girmeyi başarmıştır.

Derginin yazarları arasına alınan Refik Kutluer’in (https://www.ancient-origins.net/users/refik) Göbeklitepe ile ilgili farklı bir bakış açısı getirdiği makalesine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz;

https://www.ancient-origins.net/ancient-places-asia/gobeklitepe-0012722   

“GÖBEKLİTEPE”
BİR KURBAN RİTÜELİ TAPINAĞI MI?

Yaklaşık 12 000 yıl öncesinden kalan Göbeklitepe halen birçok sırrı barındırmaktadır.

Belirli bir ritüele uygun törenler yapan bu insanlar kimdi, nereden gelmişlerdi, neden bir araya gelip bu şekilde seremoniler düzenliyorlardı? Üstelik yakın bölgede hiçbir yerleşim yeri yoktu. Yani bu insanlar uzaklardan sırf bu törenleri yapmak için bir araya geliyorlardı.

12 000 yıl öncesinin imkanları ile bu devasa ve sofistike inşaatları nasıl yapabilmişlerdi?

Yoksa uzaydan gelen gelişmiş başka uygarlıklara ait yaratıklar mı yardım etmişti?

Tıpkı Mısır Piramitlerinin zamanının imkanları ile nasıl inşa edildiğini anlamaktaki zorluk gibi burada da büyük bir gizem yatmaktadır.

“Dünyanın en eski tapınağı” olan “Göbeklitepe” yaklaşık 12.000 yaşındadır. Çanak Çömlekçilik Öncesi Neolitik çağda avcı-toplayıcılar tarafından, yazı ve tekerlek henüz icat edilmeden çok önce inşa edilmiştir.

İnsanlık medeniyet tarihinin yeniden yazılmasına sebep olan ve Temmuz 2018’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Göbeklitepe, dünyanın her yerinden gezginlerin ve tarih meraklılarının ilgisini çekmeye başladı. Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2019 yılını “Göbeklitepe Yılı” ilan etti ve bir milyonun üzerinde ziyaretçi beklediklerini açıkladı.

Balıklı Göl , urfa insanı olarak bilinen, insanlık tarihinde iyi korunmuş, doğal büyüklükteki en eski heykeldir.

“Göbeklitepe” dünyadaki en önemli arkeolojik sit alanıdır. Güney Anadolu’da, Urfa’nın 9.5 mil kuzeybatısında, ufukta küçük bir tepededir. “Peygamberler Şehri” olarak adlandırılan Urfa, İncil’deki İbrahim Peygamber ile ilişkilendirilmiştir (bazıları Urfa’nın İncil’de adı geçen Ur kasabası olduğunu iddia ederler) ve “Holy Mandylion”a (Kutsal Mendil) ev sahipliği yaptığı bilinmektedir. Bir zamanlar Edessa olarak da anılan Urfa Toros Dağları’nın yağmurlu bölgesinin yamacında, şehrin içinden geçen ve Fırat Nehri ile birleşen nehrin kaynağındadır. Urfa, “Göbeklitepe” nin neden yakınlarında yapıldığını haklı çıkaracak önemde bir vahaydı -ve hala da öyledir-. Urfa’da “Balıklı Göl” olarak bilinen gölette bulunan gerçek boyutlu kireçtaşı heykel, karbon ölçümleri ile M.Ö. 10,000–9000’e tarihlendirilmekte  ve dünyanın en eski heykeli olarak kabul edilmektedir. Heykelin gözleri obsidyen taşından yapılmıştır.

MEDENİYETİN BAŞLANGICI

“Göbeklitepe”nin dinin evriminde ve insanın Tanrı ile bağlantısında büyük bir adım olduğuna, medeniyetin başlangıcına işaret ettiğine ve dünyanın üç büyük tek tanrılı dininin kökeni olabileceğine inanılmaktadır. “Göbeklitepe”, Taş Devri avcı-toplayıcıları tarafından inşa edilmiş geniş bir taş yapılar koleksiyonudur. İnşaat yaklaşık on iki bin yıl önce başlamış ve hemen hemen 2000 yıl sürmüştür.

İNSANLARI SEMBOLİZE EDEN “T” ŞEKLİNDEKİ SÜTUNLAR

Tipik bir Göbeklitepe yapısı, 6 metre yüksekliğe kadar ulaşan taşlardan inşa edilmiş bir dik sütunlar çemberinden oluşur. Bu sütunların her biri 20 ton ağırlığındadır ve bir katı kaya bloğundan oyulmuştur. Oyulan sütunlar sadece tahta kaldıraçlar kullanılarak birkaç yüz metre hareket ettirildiler. Sütunlar daha sonra ana kayadan oyulmuş bir tabana dikey olarak dikildi.

Bazı araştırmacılar hem inşaatı gerçekleştirmenin hem de inşaatçıları besleyebilmenin ancak birçok klanın bir araya gelmesi (belki de bir seferde 500 kişi) ile mümkün olabileceğini tahmin ediyorlar.

Göbeklitepe'deki T şeklindeki sütunlar.

Her dairenin çapı yaklaşık 10 metredir. Bir çemberin çevresinde aralıklı 12 taş ve ortasında iki taş vardır. Şimdiye kadar, bu çok büyük alandaki, çember şeklindeki yapılardan sadece birkaçı kazılabilmiştir. Her dairenin merkezinde iki büyük T şeklinde sütun vardır. Yığılmış taşlar, bu daireyi tamamlamak için bir duvar görevi görür. Daha küçük sütunlar alanı çevrelemektedir. Bazıları bu T şeklindeki sütunların bir zamanlar sazdan veya başka bir malzemeden bir çatıyı tuttuğunu düşünüyor; başkaları ise bu sütunların insanları sembolize ettiklerine inanıyorlar.

Bense Göbeklitepe’nin inşaatçılarının; onlarla etkileşim kurabilmek için yıldızların üzerindeki Tanrıların dikkatini çekmeye çalıştıklarına ve bu tapınakları bu amaçla yaptıklarına inanıyorum.

Sütun oymalarının çoğu hayvanlara aittir. Ama antropomorfik veya insan şeklinde olanlar da vardır. Bu, Mısır piramitlerinin inşa edilişine benzer bir proje gibi görünmektedir. Ancak tonlarca ağırlıktaki taşlarla inşa etmek burada Göbeklitepe’de başladı, Mısır veya İngiltere’deki Stonehenge’den çok önce.

ARDINDAKİ GERÇEK SEBEP NEDİR?

Bu devasa proje neden inşa edildi?

Arkeologlar için bir şey çok açıktır – bu yapı yaşanacak bir yer değildi. Yiyecek depolama amacı veya çiftçilik belirtisi olmayan bu yapının belirgin bir amacı da henüz saptanamamıştır. Tamamen dini bir misyon için yapılmış olması gerektiği düşünülmektedir. Göbeklitepe tapınak olarak inşa edilen bilinen en eski yapı ilan edilmiştir.

Pek çok sır barındıran gizemli “Göbeklitepe” ye benim bakış açım ise şu şekildedir:

İnsanlık tarihindeki en önemli değişikliklerden biri yaklaşık 12.000 yıl önce Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölgede yaşanıyordu. İnsanlık, avcı toplayıcı yaşam tarzından yerleşik bir yaşam biçimine geçmeye yeni başlıyordu – avlanma ve toplamadan tarım ve üretime…

Bu geçiş dönemi belki birkaç yüzyıl, hatta bir milenyum sürdü. Başlangıçta bir meyvenin tohumunun mahsule dönüşmesine, topraktan çıkıp yeniden doğuş süreci olarak çiçek açmasına şahit oldular! Bu; o zamanki insanların zamanı geldiğinde yeniden doğacaklarını umarak ölülerini gömmeye başlamalarının nedeni olabilir.

Doğaüstü güçlere sahip çeşitli Tanrılar, iklim değişiklikleri ve doğal afetlerle günlük yaşamlarını rahatsız etmekteydiler. Ve emin oldukları tek bir şey vardı: Tanrıların kendilerinden davranmalarını istedikleri gibi davranarak onları memnun etmeleri gerekiyordu.

Sevdiklerinin hayatlarını kurtarmak, vefat eden aile üyelerinin yeniden doğduğunu görmek, ve tarıma başlayabilmek için  tüm Tanrılarla anlaşmaları gerektiğine inanıyorlardı.

Yerleşik bir hayata geçmek ve tarıma başlamak için de doğaüstü güçlerin onayına ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlardı. Ne zaman yağmur yağacak, ne zaman fırtına ya da dolu olacak ya da depremlerle her şey alt üst edilecekti!

TARIM YAPABİLMEK İÇİN TANRILARIN İZNİNİ ARAMAK

Bazen insanları cezalandıran ve korkutan Güneş Tanrısı, Ay Tanrısı veya diğer tanrılar, çiftçilik yapmalarına, yetiştirmelerine ve hasat etmelerine izin verecekler miydi? İşte bunun için; o zamanın insanları Tanrıları yatıştırmaya, öfkelerinden arındırmaya ve onları tatmin etmeye çalışıyorlardı.

(Sol) Hediye taşıyıcı elinde bir insan kafası tutar; (Sağ) Ithyphallic başsız bir bireyin düşük kabartma ile Sütun 43. (Kredi: Dieter Johannes, Klaus Schmidt ve Nico Becker/Göbekli Tepe Arşivi/Alman Arkeoloji Enstitüsü, DAI)

Tanrılar onları doğal afetlerle cezalandırdığına, öfkelendiklerinde pek çok can aldıklarına göre, insanlar Tanrıların öfkesini dindirmek ve onları yumuşatmak için bir yol aradılar. Kendi hemcinslerini ve bazı hayvanları öldürerek Tanrıları tatmin edebilirler miydi? İşte o kemikleri bulunan insanlar ve hayvanlar Tanrıların tatmin olduğunu düşünülerek kurban edildi.

Kalıcı yerleşime geçerken Tanrılardan çiftçilik yapmaları için nasıl izin alacaklardı? Düzenledikleri ayinlerle, törenlerle onlara hayvanları ve de insanları, üstelik en genç ve güzel olanları, kurban etseler, acaba, tanrıları memnun edip istedikleri ürünü alabilirler miydi?

Belki de “Göbeklitepe” tapınakları, bu fikirlerin sonucunda yaratılmış olan kurban ritüellerinin uygulandığı tapınaklardı! Kim bilir, belki de bu gerçekten öyle idi…

Belki de buluntular arasında gözümüze çarpan hayvan ve insan kemikleri ile, muhtemelen ritüellerde kullanılan, bira veya şarap sürahileri bize bunu anlatıyor, kim bilir? İnsan kemikleri bulunmasına rağmen çevrede herhangi bir mezara rastlanmamış olması da bu tezi güçlendirmektedir.

Gerçek ne olursa olsun, sırları henüz tam anlamıyla keşfedilmemiş “Göbeklitepe” tapınakları insanlık tarihini yeniden yazmaya devam ediyor.

İnsan kurban etme, birçok eski kültür tarafından uygulanmıştır. Kurban edilen insanlar, bir tanrıyı veya ruhu memnun etmesi veya yatıştırması beklenen bir şekilde ritüele uygun olarak öldürülür. Kuraklık, depremler, volkanik patlamalar vb. olaylar tanrıların öfke veya hoşnutsuzluğunun işareti olarak görülüyordu ve verilen kurbanların ilahi öfkeyi hafifletmesi bekleniyordu.

Dünyanın en eski tapınağı olan Göbeklitepe'nin Türkiye'deki antik sit alanı.

TANRILARA RÜŞVET!

Çiftçilikle yerleşik bir hayata başlamak isteyen tarihöncesi zamanların insanları, sevdiklerinden bazılarını kurban ederek Tanrıların iznini istemek zorunda olduklarına inanıyorlardı. Kurban, insanın Tanrılara bir hediye vermesi ve karşılığında bir hediye beklemesi anlamına geliyordu. İnsan kafalarını kestiler, kafataslarını yüzdüler ve temizlediler. Ve onları Tanrılarla yüzleşecek bir açıyla astılar. Tanrıların önce devasa – insan benzeri- sütunları, sonra kurban edilmiş insanları, özellikle de genç ve güzel olanları görmesini istediler – ve böylece yatışmalarını, düzgün doğa koşullarında, -fırtına veya dolu olmadan, güneş ışıklı, bol yağmurlu- tarım yapmalarına izin vermelerini beklediler… Sır tanrıların ne istediğini tahmin etmekte yatıyordu.

İnsan kurban etme; sadece, Tanrıları yatıştırmak, geleceği kutsamak ya da kurban sunanlara şans ve refah getirmek için tasarlanmış bir ritüel eylem değildir. İnsanı kurban etmek; doğaüstü yardım veya daha büyük bir amaç karşılığında – isteyerek ya da istemeyerek – bir hayatın değişimini gerektirir. Ve bu tapınaklarda başka cansız adaklar da yapılıyordu.

Dikkat çekici bir buluntu, gözleri ve burnu fark edilebilen, elinde bir insan başı taşıyan diz çökmüş bir figür olan ve “hediye sunan” olarak anılan kireçtaşı heykeldir. Bulunan kafatasları o gökyüzündeki tanrıların görebileceği gibi asılmakta idiler ve sanki tanrılara hediye sunulduğunu gösteren oyma resimlere de rastlamaktayız.

Bina D sütunu. Göbeklitepe'deki 'Hediye Taşıyıcı'nın görüntüsü.

BİRÇOK KEMİK VAR ANCAK MEZAR YOK

Önemli sayıda parçalanmış insan kemiği ele geçirildi, ancak Göbeklitepe’de insan gömülerinin bir kanıtı yoktur. Bu özel kafa kesme ve kafatası modifikasyon varyasyonunun Göbeklitepe alanına özgü faaliyetlerle bağlantılı olduğu yolunda açıklamalar mevcuttur.

SERGİLENEN OYULMUŞ KAFATASLARI

Oyulmuş kafataslarının bulunduğu ve değiştirilmiş üç insan kafatasının parçalarının yakın zaman önce yeryüzüne çıkarıldığı en eski yapıdır Göbeklitepe.

Kafatası oymaları, etin temizlenmesi veya kafa derisinin soyulması ile ilgili olmayan çoklu kesme eylemlerinin sonucu olarak görünmektedir, çünkü etin temizlenmesine, kafatası üzerindeki diğer cins kesme izlerinin eşlik etmesi gerekir ve kafa derisi yüzme işlemi de, tipik işaretlerin yokluğu nedeniyle, göz ardı edilebilir.

Sahada bulunan tüm kafatasları “sagital” eksenleri boyunca kasıtlı derin kesikler taşımaktadır. Bunlardan birinde, delinmiş bir “perforasyona” da rastlıyoruz. Bu bulgular olağanüstüdür çünkü kurban töreninin ilk osteolojik kanıtlarını sağlamaktadırlar.

Göbeklitepe'de bulunan işaretli kafatasları ritüelleri düşündürüyor.

Hiçbir tedavi belirtisi tespit edilemediğinden, değişiklikler muhtemelen ölümden kısa bir süre sonra gerçekleştirilmişti, bu da kurban işleminin söz konusu olduğuna inanmamız için çok sağlam bir ipucudur.

Kafatasları, ölüm süreci sırasında oyulmuştu; bu gözlem, mikroskobik analizlerle doğrulanmaktadır: Kesik izleri keskin kenarlarla karakterize edilmektedir, bu da kemiğin henüz elastikken, yani erken bir çürüme sürecinde kesildiği anlamına gelmektedir.

Bulunan kafataslarından birinin bir diğer çok önemli göze çarpan özelliği ise; pozisyonunun dikkatlice seçilmiş olması, kafatasının dikey olarak asılması ve asılıyken Tanrılara bakacak şekilde öne doğru bakması için seçilmiş olan sol parietalde delinmiş olan deliktir.

Kafatasının üst kısmındaki delinmiş delik, kafatasını bir ip ile asmak için kullanılmıştır. Oymalar, kordonun kaymasını önlemek için stabilizasyon amacıyla kullanılmıştır.

Bulunan 3 kafatasından biri, büyük olasılıkla kadın olan, 25 ila 40 yaşında bir kişiye aittir.

Bu kanıtlar;  Göbeklitepe’nin o dönemde Güneydoğu Anadolu çevresinde yaşayan erken dönem avcı-toplayıcı insanların kurban töreni merkezi olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

12000 yıl önce binlerce insan bir araya gelmiş bu tapınakları yapmış ve daha sonra üzerlerini toprakla örtmüştür. Acaba neden? Kendilerinden sonra gelecek insanların tapınaklara zarar vermesini engellemek için mi? Tapınaklarının bir sonraki ekim mevsiminde yapacakları törenlere kadar ayakta kalmaları için mi? Bu tapınaklarda toplanan insanlar sürekli olarak o bölgede yaşamıyorlardı ve tapınakların bir sonraki ziyaretlerine kadar güvende kalmasını istiyorlardı.

Göbeklitepe tapınakların; onları inşa edenler tarafından, bir sonraki kurban törenine kadar – ya da bir sonraki hasat mevsimine kadar – korunmasını sağlamak için toprak altına gizlendiği keşfedildi!

Şanlıurfa Müzesi Neolitik salonunda sergilenen Göbeklitepe kazı alanının maketi.

Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, İngiltere’deki 5500 yıllık Stonehenge’i inşa edenlerin atalarının, Britanya’ya ulaşmadan önce Akdeniz üzerinden seyahat ettikleri anlaşılmış. Londra’daki araştırmacılar Neolitik çağda Britanya’da ve aynı dönemde Avrupa’da yaşamış insanların bulunan kalıntılarından çıkardıkları DNA’ları mukayese etmişler. Ve bu Neolitik çağ insanlarının Anadolu’dan Iberya yarım adasına ve oradan kuzeye, Britanya’ya göç ettikleri anlaşılmış. Ve çok yakında toprak üstüne çıkarılan ve İspanyol Stonhenge’i de denilen Valdecanas Sarnıcındaki “Dolmen de Guadalperal”’ında da insanların dinsel törenler için bir araya geldikleri sanılmaktadır. Bu Göbeklite’den Stonhenge’e giden insanların güzergahlarında inşa ettikleri örneklerden birisidir. Britanya’ya milattan önce 4000lerde ulaşmışlardır.  Taş sütunların yanında bulunan insan kemiği parçaları, aynen Göbeklitepe’de bulunanlar gibi, ve bol miktarda bulunan hayvan kemikleri burada da kurban ritüelinin uygulanmış olduğunu düşündürmektedir.

Belki de burası ile, İngiltere’nin Wiltshire kentinde, Stonehenge’e yakın, Durrington Walls’taki, çok daha sonraya tarihlenen, yapı ile bir paralellik olabilir. MÖ 2600’lere tarihlenen Durrington Walls, başta domuzlardan ve sığırlardan olmak üzere muazzam miktarda hayvan kemiğinin keşfedildiği devasa bir tören merkeziydi.

Yani, bu tapınakların hepsi tanrıları memnun edip onların iznini almak için inşa edilmiş birer kurban ritüeli uygulanan tapınaklar olsa gerektir.  Ve bu şekilde insanoğlu avcı toplayıcı düzenden tarım ve üretimle, yerleşik düzene geçmeye çalışıyordu.

Refik Kutluer – Ankara
22 Eylül 2019